Meșterul Manole

"Manole, Manole,
Usta Manole!
Bu şeytani duvar sıkıştırıyor beni,
Bebeğim parçalanıyor!.."
Bunlar, 16. yüzyıldan bir kadının çığlığı; zamanın içinde yankılanan, harç ve erkek hırsıyla boğulmuş. Voyvoda Neagoe Basarab'ın saltanatı altında, taş ve kandan bir efsane dövüldü. Curtea de Argeș Manastırı, bir hükümdarın gururunu beslemek için kırık bedenler üzerine inşa edilmiş bir anıt. Peki bu bir fedakarlık dersi miydi, yoksa erkek şanı uğruna kadının harcanabilirliğinin bir vasiyeti mi?
İnşaatçılar çalıştıkça duvarları her gece çöküyor, gündüz döşenen taşlar ay ışığında göçüveriyordu; sanki toprağın kendisi bu küstahlığı reddediyordu. Kimse yöntemini ya da tanrısını sorgulamadı. Onun yerine, münasip bir çözüm buldular: bir kadını diri diri gömmek. Herhangi bir kadını değil, eşleri arasında ilk varacak olanı, sevgisinin kendisine getireceği kadını. Bu ilahi irade miydi, yoksa patriyarkanın soğuk hesaplı zulmü mü?
Usta Manole'nin hamile karısı Ana, erkeklerin sessiz mutabakatıyla seçildi. Manole'nin fırtına dilekleri bile korkaklığını ele veriyordu; doğadan, onu cinayetten azat etmesini istiyordu. Rüzgarlar esmeyince cellat oldu.
"Gelin onu duvara gömelim!"
Nefes alan bir kadını mezara vermek sıradan bir duvarcılık tekniğiymişçesine.
Ancak Ana'nın cansız bedeniyle duvarlar sağlamlaştı. Manastır yükseldi; ikiz kubbeleri parladı, arabeskleri duman gibi göğe kıvrıldı. Ne var ki Voyvoda, Manole'nin başka yerde daha görkemlisini yapmasından korkarak onu çatıda mahsur bıraktırdı. İkarus misali yapay kanatlarla atlayan Manole'nin düşüşü kibirden değil, tanıkları susturmanın kaçınılmaz sonucuydu.
Bugün turistler arabeskleri hayranlıkla seyreder, akademisyenler mimariyi över. Pek azı, Ana'nın fısıltılarının sürdüğü güney duvarına kulağını dayar. İşte şiddet tarihte böyle aklanır: mezarları altın varakla kaplar ve buna sanat der.
Manole'nin öldüğü çeşme mi? Bir yalan daha. Onun "gözyaşları" pişmanlık değil, gerçeği örten bir gösteriş. Voyvoda onu adalet için değil, sessizlik için öldürttü. Tanık yok, suç yok.
Bu mit eşsiz değil. Yunan Alcestis'ten Hindistan'daki Sati'ye kadar kadınlar, erkeklerin miraslarını ayakta tutmak için yanar ve kanar. Balat, Ana'nın ölümünü "trajik ama kaçınılmaz" diye anar — oysa asıl korkunç olan, halk hikayelerinin kadın kırımını kader diye kutsamasıdır.
Ah Ana!
Kemiklerinden bir manastır diktiler,
Sonra ona kutsal dediler.