Savrulduk ama Eğilmedik
Biz, çatısı gök kubbe olan bir özgürlükte hayat bulduk. O, atamız, mabedimiz, ömürler süren göç hikayelerimizin değişmez yoldaşı oldu. Krallıklar çürük çitler misali kurulup yıkılırken, yerle göğü bağlayan o kadim ilişkiyi taşımaya devam ettik. Vahşi atları dizginleyen ellerimizle sıvadık yaralarımızı. Bozkır mırıldandı adımızı, törelerimizi rüzgarın kendisi yazarken.
Çerig geldi güneyden; uçsuz bucaksız bozkırın ruhunu kavrayamayan bir açgözlülüktü bu. Onlar fetih diye haykırdı, biz bir toz bulutu diye karşıladık. Çünkü bilirdik ki tüm kasırgalar diner, gök baki kalır. İşte böyle yürüdük; sürgünler gibi değil, duvarlara sığmayacak bir hakikatin muhafızları olarak. Gök de yürüdü, çocuklarının peşi sıra.
Derken, geldi çalık yüzlü bir bora. Özünden olmadığı halde andaş olduğunu iddia eden, lakin el tanrıların önünde diz çöken. Sunaklarımızı parçaladılar, ırlarımızı bilinmez nağmelerle değiştirdiler. Ama onların duaları göğe erişmedi. Gök öylece durdu, ödünç aldıkları inanca yalıngın.
Ardından, satırlar ve sicil defterleriyle adamlar çıkageldi; bir elinde kağıt, bir elinde ceza. Bizi kökümüzden söküp, atlarımızın nefesinden habersiz bir diyara düşürdüler. Aydınlanmadan, bilimden söz ettiler; ama onların aydınlığı bir pranga, bilimi bir masaldı. Asla idrak edemediler: Bizler, medeniyetleri eyer heybesinde gezdiren, sadece ipek ve baharatı değil, Irk Bitig'in gizemlerini de taşıyanlardık.
İzimizi yeryüzünden kazıyabileceklerini düşündüler. Fakat Gök'ün hafızası vardır. Biz, yürüyen halkız. Gök, ebedi vatanımızdır.
Düşlerimde gezer Börteçine,
Kral taçlarını küçümseyen ayın aydınlığında,
Özümde dolaşır, yele dönen süñükümde.
Gömseler bile yer kusar,
Taşları delip yol bulan otlar gibi.
Eller gelip geçer!
Adlarını kanla kazır, buna 'tarih' derler,
Oysa yer onarır yarasını, çöl yeniden doğurur.
Kök onların değil, kamlarındır —
Kökreke baktığında, közünde kendini görenlerin.